Haset ve Şükran / Melanie Klein (Kitap Analizi) | Cansu Batman Kavak

Haset ve Şükran / Melanie Klein (Kitap Analizi)

Haset ve Şükran / Melanie Klein (Kitap Analizi)

Nesne; literatürde kişinin – öznenin – dışında kalan, dış dünyanın bir parçası olarak bilincin karşısında duran her şey anlamına gelir. Diğer bir söylemle ‘öteki’ dir.  İnsanın öteki ile ilişkisi anne karnında başlar ve yaşam boyu devam eder.

Nefes aldığımız süre boyunca ‘öteki’ ile iyi-kötü veya nötr de olsa bir ilişki içerisinde oluruz. Karşılıklı birlikteliği ve bağlılığı ifade eden bu kavramın oluşum öyküsü erken dönemlere kadar uzanır. Bir bebek, anne rahmindeyken anne ile geliştirebileceği en yakın teması kurar. Onun içindedir, onunla birlikte nefes alır verir, birlikte acıkır, birlikte sevinir veya üzülür… Bir bebek için belki de yaşayabileceği en büyük travma doğum travmasıdır. O andan sonra anne ile kuracağı hiçbir temas, onun karnındaki kadar yakın ve sıcak olmayacaktır.

Doğduktan sonra ağlama atakları ve huzursuzluk, bebekte akut gelişen bir durumdur. Bebek için huzursuzluk kaynağı sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanmaması değil; anne karnında sahip olduğu güvenli alandan ayrışmış olmasıdır. Bebek dış dünyaya uyum sağlamak için adeta savaş vermeye başlar. Savaş esnasında yanında olanların tutum ve davranışları, bebeğin savaşı atlatabilme kapasitesini belirler. İlgili, şefkatli, sıcak bir anneye sahipse; doğumdan itibaren kendinde meydana gelen akut belirtiler ile savaşırken daha güçlü; ilgisiz, umursamaz, ihmalkar, soğuk ve kaygılı bir anneye sahipse, savaştığı bu belirtiler karşısında daha güçsüz kalır.

Annelik kapasitesi literatürde çokça araştırma konusu edilmiş bir kavramdır. Aslında bebeğin yetişkinlik yaşantısında da zorluklarla başa çıkma kapasitesini belirleyen şey, sahip olduğu nesnenin ‘verme kapasitesidir’. Yeterince iyi annelik, bilinenin aksine bazen hata da yapmayı, duygularını her zaman kontrol edememeyi içerir. Yine bilinenin aksine, annenin bu tutumu bebeğin nesne ile ‘çatışma’ yaşaması gerekliliğini meydana getirir. Bebek çatışma ve zorlanma yaşadığında başa çıkma kapasitesi de oluşum göstermeye başlar.

Haset ve kıskançlık kavramları genelde birbirinin yerine kullanılan kavramlardır. Haset duygusu genellikle iki kişi arasında yaşanır; nesne ve özne. Haset yaşayan kişinin sahip olmak istediği ‘şey’ onda değil ‘ötekindedir’. Bu hissi yaşayan kişi genelde “Bende olmayan şey onda da olmasın.” düşüncesi içerisine girmekten kendini alıkoyamaz. Arzu duyulan şeyin kendinde değil ‘ötekinde’ olması kişiyi fazlaca rahatsız eder. Arzu edilene hiçbir zaman ulaşılamayacak olma düşüncesi kişiyi rahatsız etmekten öteye geçer ve yerini öfkeye bırakır.

Özetle; haset hissi iki kişi arasında sahip olunamayana yönelik gerçekleşir.

Kıskançlık hissi ise; üç kişi ile karakterizedir. Ben, nesne ve ‘öteki’. Kıskançlık hissini yaşayan kişi, nesneye bir müddet sahip olmuş ancak sonrasında onu kaybetmiştir. Yani öznenin sahip olduğu arzu nesnesi ‘ötekine’ verilmiştir. Bu durumda kişi arzu nesnesinin kendisine hissettirdiği iyi hisleri bir daha hissedemeyecek olmakla ilgili ciddi endişe ve kaygı duyar. Kıskançlık hissini yaşayan kişi “Onda olan bende neden artık yok?” düşüncesi içerisine girmekten kendini alıkoyamaz.

Yani; hasette hiçbir zaman hissi tadılamamış bir durumu arzulamak varken, kıskançlıkta bir müddet tadına bakılan durumu tekrar yaşama isteği vardır. Örneğin; haset eden kişi annenin şefkatini hiçbir zaman tadamamışken, kıskançlık yaşayan kişi kardeşi dünyaya gelene kadar annenin şefkatini tatmış, sonrasında bu şefkat tamamiyle kardeşine verilmiştir.

Her iki hissin de erken dönem çocukluk çağı yaşantılarına baktığımızda meydana gelebileceğini görebiliriz ancak haset tabloları arzu edilene yeterince hiçbir zaman ulaşılamayan tablolar olduğundan kıskançlık tablolarına göre biraz daha patolojik tablolar olduğunu söyleyebiliriz.

“Bu rekabetin asıl nedeni, babaya duyulan sevgi değil, annenin babaya ve penisine sahip olmasıdır. Memeye duyulmuş haset böylece bütünüyle Oidipus durumuna aktarılır. Baba (ya da penisi) annenin bir eklentisine dönüşmüştür ve kız da bu yüzden annesini ondan yoksun bırakmak istemektedir. Böylece kızın daha sonra erkeklerle ilişkisinde yaşadığı her başarı, bir başka kadına kazandığı zafer olur. Görünür bir rakip olmadığında bile geçerlidir bu, çünkü o zaman da rekabet erkeğin annesine yöneltilmiştir. (Kaynana gelin çatışmasını düşünelim.) Eğer erkek esas olarak başka bir kadına karşı kazanılacak bir zaferi temsil ediyorsa ve sadece bu yüzden değerliyse, zafer kazanıldıktan sonra kadın ona ilgisini hemen yitirebilir.”

                                                                                                            Melanie Klein

 

 

Cansu Batman Kavak

Uzm. Psikolog / Psikoterapist




Bu Yazıyı Paylaş

TAKİP ET